31 Mart 2008 Pazartesi

KURAN’DA VAR OLAN YASAKLAR

Son günlerde şeriatçı çevreler özgürlüklerden söz eder oldular. Laik! Türkiye Cumhuriyeti’nde uygulanan kuralların kendi özgürlüklerine karşı bir kısıtlama olduğunu ve bunlardan kurtulmamız ve özgürlükleri genişletmemiz gerektiğini söylemeye başladılar. Örneğin erkekler tarafından kızlara giydirilen türbanın üniversiteye girmesini istiyorlar ve bunun bir özgürlük olduğunu vurguluyorlar. Türbanın üniversiteye girmemesini yasak olarak görüyorlar.

Oysa türbanın, Kuran’ın bir yasağı olduğunu düşünmüyorlar. Çünkü şeriatçı çevreler Allah’ın emrini yasak saymazlar. Türkiye Cumhuriyeti’nin, yani insanların koyduğu kurallar yasak oluyor da Allah’ın koyduğu kurallar neden yasak sayılmıyor. Demek ki Allah, insanlardan daha önemli ve daha önceliklidir. Laiklik burada devreye giriyor ve şöyle diyor: Allah veya başka bir tanrının veya Allah’tan geldiği varsayılan sözlerin toplum için hiç bir önemi yoktur. Önemli olan insanların/devletin koyduğu kurallardır.

Kuran’da bulunan nice yasağı neden şeriatçı çevreler yasak olarak ve özgürlüklerine bir kısıtlama olarak görmezler. Aslında şeriatçı olmayan çevreler Kuran’ı böyle algılarlar. Böyle algılamalarından dolayı kuşkusuz özgür olamazlar. Ancak şeriatçı çevrelerin devletin kurallarına yasak demeleri ve kuranda bulunan kuralları yasak olarak görmemeleri bir çelişkidir.

Kumar yasağı

Kuran’ın Türkçe açıklamasını okuyanlar görecektir ki, inananların uyması gerektiği belirli yasaklar vardır.
Bunlardan biri kumardır. Türkiye'de milli piyango, kazı kazan, sayısal loto, şans topu, on numara, süper loto, ganyan gibi şans oyunları adı altında açıktan kumar oynatılmaktadır. Kumarı oynatan devlet, oynayan ise kendilerine Müslüman denen kişilerdir. Kuran’da yasaklanan kumara neden kimse karşı çıkmıyor. Türkiye’de bu oyunları oynayanların sayısını devlet istatistik olarak vermiyor, vermiş bile olsa ben bulamadım. Ancak 73 milyon nüfuslu Türkiye’de en az 15 milyon kişi bu oyunları oynamaktadır. Bu rakam Türkiye’nin % 20 sini oluşturmaktadır. % 99’u Müslüman bir ülkede nasıl olurda bu denli insan kumar oynar.
Kuran’da geçen ayet şöyledir:

Maide 90 - Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar (putlar) ve fal okları şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz.

Şimdi bir düşünelim! Devletin başında bulunan hükümetteki partiye oy verenler hükümetin bu oyunları oynatmasına ve her geçen gün bu oyunları çoğaltmasına neden karışı çıkmıyorlar; bile bile neden o partiye oy vermektedirler. Türban kuranın emridir de, şans oyunları adı altında oynatılan kumar yasağı kuranın emri değil midir?

Hükümetin kendi eli ile halkına oynattığı kumara neden iktidardaki partiye oy verenler karşı çıkmazlar. % 47’lik bir kesim eğer kumar oynamıyor ve Kuran’ın emrini uygulamak istiyorsa neden buna alet olmaktadırlar. Kuranın türban emrini yerine getirenler neden hükümetin kumar oynatmasına karşı çıkmamaktadırlar.
Kuşkusuz hükümet şans oyunları adı altında oynanan kumarı halkın yoksulluk, çaresizlik, açlık, vb. durumlar karşısında bir umuda sarılması için pompalamaktadır. Halka yapılan bu zülüm, haksızlık, açlıktan ölen çocuklar, zenginlerin yaptığı israf, yoksulluktan doğan cinayetler, yenen yetim hakları, kula kulluk eden düzenin yaratılması, haram yoldan edilen kazançlar, faiz yemek, vb. eylemler Kuran’a göre yasak ise neden bunları yapan hükümetler bu denli oy almaktadır?


Faiz yasağı

Türkiye’de neredeyse herkes zengin olma düşüyle tutuşmaktadır. Peki, nasıl zengin olunur. Gökten para yağmadığına ve çalışarak zengin olunmayacağına göre, çeşitli yöntemlerle zengin olma düşleri kurmaktadır. Bir alınıp beşe satılan mallar, eroin/silah kaçakçılığı, adam öldürme, kalpazanlık, kaçakçılık, şans oyunları vb. yöntemler zengin olmak için en uygun yöntemlerdir. Dürüst insan, hiçbir süre zengin olmaz, olmak istemez. Zengin olma yolu bir tane daha var ki, o da faizdir. Faizcilik kurana göre yasaktır. Ayetler şöyle:

Bakara 275- Riba (faiz) yiyen kimseler, şeytan çarpan kimse nasıl kalkarsa ancak öyle kalkarlar.
Maide 130- Ey iman edenler! Kat kat artırılmış olarak faiz yemeyin. Allah'tan sakının ki kurtuluşa eresiniz.
Ali İmran 130- Ey iman edenler! Kat kat artırılmış olarak faiz yemeyin. Allah'tan sakının ki kurtuluşa eresiniz.

Oysa kendilerine Müslüman diyen milyonlarca insanın parası bugün bankalarda faize yatırılmış durumdadır. Türbanın yalnızca üniversitelerde değil, her kamu kuruluşunda yasak olmamasını savunan ve bunun bir Kuran’ın emri olarak görenler, neden “faiz yemeyin” emrine uymazlar. Neden faizle iş yapan hükümeti veya hükümetleri her defasında destelerler. Kuran’da yalnızca türban emri mi var? Kuran’daki “türbansız gezmemelisin” yasağına evet de, “faiz yeme” yasağına hayır mı? Bu nasıl bir inançtır ki birine evet, ötekine hayır.
Bunun yanında türbanın üniversitelere girmemesini yasak olarak görenler ve her defasında özgürlükleri savunanlar, kuranın yasaklarına neden ses çıkarmazlar. Kuranın kendi özgürlüklerine kısıtlama getirdiklerini neden söylemezler. Kuşkusuz bu “Allah’a karşı gelmek olur” diyeceklerdir. Peki, faiz yerken, şans oyunları adı altında kumar oynarken Allaha karşı gelmiş olmuyor musunuz?

Yahudileri, Hıristiyanları ve Kâfirleri Dost Edinmeyin Yasağı

Bugün Türkiye’de türban yasağı var diyenler, bireyci özgürlükleri savunurken, kuranın yasaklarına ve özgürlükleri kısıtlayıcı emirlerine nedense ses çıkarmamaktadırlar.
Örneğin:
Ali İmran 28: Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin ve onu her kim yaparsa Allah'dan ilişiği kesilmiş olur, ancak onlardan bir korunma yapmanız başkadır. Bununla beraber Allah sizi kendisinden korunmanız hususunda uyarır. Nihâyet gidiş Allah'adır.
Nisa144- Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Kendi aleyhinizde Allah'a apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?
Maide 51- Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o onlardan olur. Şüphesiz Allah, zalim kavmi doğru yola iletmez.
Allah hem kâfiri yaratıyor hem de müminlerden onları dost edinmemeleri için ayetler indirir. Kuşkusuz bu durum yüzyıllarca önce yazılmış olan ayetlerin kendi ortamında değerlendirilmelidir. Ancak iş çığırından çıkmıştır. Yasakları kaldırmak isteyenler kuranın yasaklarını da kaldırabilecekler mi?


Domuz Yemeyin Yasağı

Al sana bir yasak daha… Kim kaldıracak bu yasağı. Özgürlükleri savunanlar neden bu yasağı kaldırmıyor. Ayetler şöyle:
Nahl 115- O size ancak ölü hayvanı, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilenleri haram kıldı. Her kim bu haram şeyleri yemeye mecbur kalırsa (başkasının hakkına) saldırmadan ve aşırı gitmeden yiyebilir. Şüphesiz Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.
En’am 145- De ki: "Bana vahyolunanda, (bu haram dediklerinizi) yiyen kimse için haram edilmiş bir şey bulamıyorum. Ancak leş, veya akıtılmış kan, yahut domuz eti - ki bu gerçekten pistir yahut Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvan olursa, bunlar haramdır. Ama kim çaresiz kalırsa, (başkasının hakkına) tecavüz etmemek ve zaruret sınırını aşmamak üzere (bunlardan yiyebilir)" Çünkü Rabbin çok bağışlayandır, merhamet edendir.

Son olarak Örtünme Yasağı

Ayet şöyle:

Nur 31- Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunan (köleleri), erkeklerden, kadına ihtiyacı kalmamış (cinsî güçten düşmüş) hizmetçiler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye, ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hep birden Allah'a tevbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz.

Şimdi biraz düşünelim! Kuran, Müslüman kadınlara bir yasak getiriyor ve diyor ki: “Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler.”
Burada sözü edilen kuşkusuz kadının görünen kısmalarının kapanmasıdır. Kısacası “açık gezmeyin” yasağı vardır. Bu bir yasaktır! Bu yasağı görmezden gelip de, Türkiye Cumhuriyeti’nin koyduğu kuralları yasak ve özgürlüklere karşı kıtlama sayanlar, kendi kafalarına örttüklerini yasak ve özgürlüklere kısıtlama olarak görmezler. Çünkü Allah devletten/toplumdan üstüdür. Dini emirler yasak sayılmıyor, devletin kuralı yasak sayılıyor. Kuşkusuz sorun, yasak olup olmaması değil, sorun eşitsizliği, sömürüyü, kargaşayı yaşatmaktır. İstediğiniz biçime girin.
Ancak eşit bir toplum bir gün yaratılacaktır. Bilinç bugün bunu yalnızca söylüyor; ileride yüzyıllarda gerçekleştirecektir.

17 Mart 2008 Pazartesi

LAİKLİK; İNANCI BEYİNDE KIRMAKTIR!

Laiklik kimi ilgilendirir?
Laikliğin kökeni nerededir?

Fransızca'dan Türkçe'ye geçmiş olan "laik" sözcüğü, "din adamı olmayan kimse; din adamı dışında kalan halk" anlamına gelen Latince "laicus" sözcüğünden gelmektedir.

Peki, sekülerizm ne demektir?

Sekülarizm, sekülerlik, dünyacılık veya sekülerizm Latince'de "nesil", "periyod" (zaman dilimi) anlamına gelen, zamanla Hıristiyan Latincesi'nde "dünya" anlamında kullanılmaya başlanan sæculum’dan türemiştir.

Öz bakımından birbirini tamamlayan veya birbiriyle örtüşen bu iki kavram insan için ne anlam taşıyor?

Kuşkusuz kavramları yaratan insandır. Kavramlar insanların usunda biçimlenir ve yaşama öyle aktarılır. Laiklik ya da öteki adıyla sekülerizm, insan usunda, dünyanın nesnel biçimlenişidir. Nedir bu biçimlenme?

İnsan yaşadığı ortamı kendi bilinci kadar algılayabilir. Bilinç ile yaşamı algılama arasında doğru bir orantı vardır. Laiklik/Sekülerizm bilincin belli bir noktasından sonra insanın usunda oluşan düşünceler ağıdır.

Nedir bu düşünceler ağı?

Düşünmek yalan ile doğrunun ayrıldığı yerde başlar. Daha doğrusu kişi, doğru ile yalanı birbirinden ayırmak istediği an düşünmeye başlar. Düşünmek, aynı sürede kişinin doğruyu araması ve bu doğruya yönelmesidir. Kuşkusuz bu doğru görünen, duyulan, algılanan; kısaca deneyle/bilimle varılan doğrudur.

İşte bu deneysel/bilimsel doğruları arayan kişi düşünme eylemine geçmekle birlikte laik/seküler bir insan olma yolunda da adımlar atmıştır.

Bu açıklamaların ışığında laiklik/sekülerizm ne demektir?

Laiklik/Sekülerizm, insan usunda bilincin, bilimsel/deneysel doğruyu aramsı, yalanları us’ta yok etmesi ve doğruya yönelmesidir.


İnsan doğruya yönelendir.
Peki, nedir insanın yönelmesi gereken doğrular…

Örneğin bulunduğunuz ortamdaki sıcaklığı ölçmek istiyorsunuz. Herkesin kafasında bir ses... Oysa hangisi doğru? Örneğin bir seranız var. Bu serada bulunan bitkiler belli bir sıcaklık değeri arasında büyüyebilecektir. Peki, o sıcaklık değerini nasıl ölçeceğiz. Kuşkusuz bilimle/teknikle… Doğru değeri bulmak için ölçüm aleti yani termometreyi kullanmamız gerekir. O, şunu dedi; bu, bunu dedi pek de önemli değil. Önemli olan tek doğru vardır ve insana düşen görev de bu doğruyu bulmaktır. Doğru bireyleri toplum çatısı altında birleştiren tek nedendir.

İnsanın doğruya yönelmesi için beynini yalanlardan arındırması gerekir.

Yalanlar beyni karmaşaya düşürür; doğru ve yanlışın ayırtına varılmasına olanak tanımaz. Yalanlar pencerenize dolanan sarmaşıklara benzer. Öylesine dolanır ki, gözleriniz doğruyu göremez hale gelir.

Laik birey işte bu pencereden her yönü görmeye çalışan insandır. Çıkarları için yaşayanlar yalanların bir sarmaşık gibi pencerelerini sarmasını ister. Çünkü ne denli karanlık olursa yaşamı, o denli o karanlıkta pay kapmaya çalışır.

Laik bireyin aklında yalnızca toplum vardır. Toplumun çıkarı ne ise laik bireyin çıkarı da odur.

Toplumun çıkarları nelerdir?

Toplum insanların eşit bir biçimde mutlu yaşayacağı canlı bir varlıktır. Bu varlık üretim, paylaşım ile beslenmez ve eşitsizliğe sürüklenirse orada kargaşa başlar.

Kargaşanın olduğu yerde ne insanlar mutlu olabilir ne de gelecekten umutla söz edilebilir.

Böyle bir ortamda düşler devreye girer.

Bu dünyadan umudunu kesenler çoğaldıkça öteki dünya düşü de çoğalır.

Öteki dünya düşünün altında yatan gerçekler vardır…


ÖTEKİ DÜNYA TASARIMI

Öteki dünyayı düşlerinde tasarlayanlar bu dünyadan umudunu kesmiş insanlardır. Bu dünya bir sınamadır. Bu dünyada acı çekilir; öteki dünya da ise –sevabın çoksa- cennette sonsuz bir mutluluk olacaktır.

Öteki dünyada kim yemek yapacak, kim tarlayı sürecek, kim ekmek yapacaktır? Cennette yiyeceklerden, içeceklerden söz ediyorlar. Peki, bu yemekler/içecekler nereden girip nereden çıkacaktır. Tuvaletleri kim temizleyecek, kanalizasyonlar nereye akacak?

Öteki dünya öylesine matrak olaylara sahne olacak ki; birbirini öldüren Müslümanlar karşılıklı şehit olarak cennette buluşacaklar. İkisi de Allah için savaşmış ve bu uğurda şehit olmuştur. Orada: “iyi ki birbirimizi öldürdük de şehit olup cennete düştük” mü diyecekler.

Öteki dünya tasarımı tam bir komedidir ki; nice oyunlara konu edilmiştir. Uyumak ve uyuşmak isteyenlerin çocukça düşleri çok ciddiyetli bir biçimde tüm yeryuvarlağını bugün sarmış ise, insanlık bu uğurda daha çok şey yapacağa benziyor…

Öteki dünya düşü kuranlar bu dünyada çıkarları için yaşayanlardır. Düşünceyi, bilgiyi, bilimi kendine klavuz edinmiş birinin, kuşkusuz böyle çocukça düşlerin batağında çırpınması olanaksızdır. Düşleri, iyi irdelediğimizde göreceğiz ki; düşler, kuranların amaçlarını yansıtmaktadır.

Laik birey bu çocukluğu çoktan aşmış bir bireydir. Bu birey öteki dünya masallarıyla değil, bu dünyada yaşanan olumsuzluğun kaynaklarını yok etmek için çabalayandır. Bu çabayı ortaya çıkaran güç bilinçtir. Bilinç ile birey, dünyayı gerçekler çerçevesinde algılar.

Laik olmayan bireyciler: yok pozitivist, yok materyalist diyerek kendilerince bir doğa dışı, doğa üstü fikri ortaya atmaya çalışıyorlar. Doğa var; görünüyor, koklanıyor, işitiliyor. Peki doğa üstü/dışı ne demek oluyor? Biz buna ancak uydurmalar diyebiliriz. Olmayan şeyleri varmış gibi gösterenler gerici, yobaz, insanlık katili ve laik olmayan kişilerdir…
LAİKLİĞİN TEK DAYANAĞI İNSANDIR

Şeriatçılar laik olmadıklarını cesaretle söylemektedirler. Oysa kendine laik denen kişiler, dinsel yalan ve tasarımları kafalarında yok etmek, kırmak istememekle birlikte, ortada top koşturan bir futbolcu gibi her yöne dönmekte ve çıkarları için “ben tarafsızım” demektedirler. Şeriatçılar şöyle der: “Taraf olmayan bertaraf olur.” Taraf olmak zorundadır laik insan. Laik insan doğrudan/düşünceden taraftır.

Laiklik bir duruştur, bir tavırdır. Bilimdir, bilgidir laiklik. Çıkarlar peşinde koşmak değildir. Toplumdan yana olmak demektir; onurunu beş kuruşa satmak demek değildir laiklik. Parayla laik olunmaz; laik insan bıçak gibi keskindir; aynı sürede doğa gibi sonsuz ve engin.

Bir arkadaş şöyle dedi: Söylediklerinizin dayanağı yok. Laikliğin tek dayanağı insandır; düşünen/bilinçli insandır. Söylediklerimiz ne ise ona dayanak olan da yaşamımızdır. Laik birey laiklik bayrağını her süre yurdunda dalgalandıran kişidir. Hiçbir çıkar, hiçbir güç laik bireyi bu bayrağı yere indirmesine izin veremez, vermemelidir.

Öteki dünya düşüyle tutuşanların çıkar için birbirine yarananların, sevmedikleri halde birbirlerini sever görünenlerin, yüzüne başka arkasında başka konuşanların, gerçekleri söylemekten tedirginlik duyanların, başkalarına yaranmak için çeşitli kılıklara girenlerin ne laik olabilmesi ne de insan olabilmesi olanaklıdır. Düşünen, dimdik duran, onurlu insanlar ancak laik olabilir.

Laiklik eşitliğin kendisidir. Dünyada 6 milyar insan soyuna sorsanız: eşitlik ister misiniz? %99’undan fazlası hayır der. Çünkü eşitlik gelince üstünlük kalkacak, rekabet kalkacak, yarış kalkacak. Kimse kimsenin ölümünden, acısından, yoksulluğundan zevk almayacak. O yüzdendir ki eşitlik istemezler ve her süre eşitliğe düşmandır laik olmayanlar.

Laiklik, çıkarları tanrılaştıranların yok olduğu eşit paylaşımdan yana bir toplumun yaratıldığı bir dünyadır.



İnsan doğruya yönelendir.
Peki, nedir insanın yönelmesi gereken doğrular…

Örneğin bulunduğunuz ortamdaki sıcaklığı ölçmek istiyorsunuz. Herkesin kafasında bir ses... Oysa hangisi doğru? Örneğin bir seranız var. Bu serada bulunan bitkiler belli bir sıcaklık değeri arasında büyüyebilecektir. Peki, o sıcaklık değerini nasıl ölçeceğiz. Kuşkusuz bilimle/teknikle… Doğru değeri bulmak için ölçüm aleti yani termometreyi kullanmamız gerekir. O, şunu dedi; bu, bunu dedi pek de önemli değil. Önemli olan tek doğru vardır ve insana düşen görev de bu doğruyu bulmaktır. Doğru bireyleri toplum çatısı altında birleştiren tek nedendir.

İnsanın doğruya yönelmesi için beynini yalanlardan arındırması gerekir.

Yalanlar beyni karmaşaya düşürür; doğru ve yanlışın ayırtına varılmasına olanak tanımaz. Yalanlar pencerenize dolanan sarmaşıklara benzer. Öylesine dolanır ki, gözleriniz doğruyu göremez hale gelir.

Laik birey işte bu pencereden her yönü görmeye çalışan insandır. Çıkarları için yaşayanlar yalanların bir sarmaşık gibi pencerelerini sarmasını ister. Çünkü ne denli karanlık olursa yaşamı, o denli o karanlıkta pay kapmaya çalışır.

Laik bireyin aklında yalnızca toplum vardır. Toplumun çıkarı ne ise laik bireyin çıkarı da odur.

Toplumun çıkarları nelerdir?

Toplum insanların eşit bir biçimde mutlu yaşayacağı canlı bir varlıktır. Bu varlık üretim, paylaşım ile beslenmez ve eşitsizliğe sürüklenirse orada kargaşa başlar.

Kargaşanın olduğu yerde ne insanlar mutlu olabilir ne de gelecekten umutla söz edilebilir.

Böyle bir ortamda düşler devreye girer.

Bu dünyadan umudunu kesenler çoğaldıkça öteki dünya düşü de çoğalır.

Öteki dünya düşünün altında yatan gerçekler vardır…


ÖTEKİ DÜNYA TASARIMI

Öteki dünyayı düşlerinde tasarlayanlar bu dünyadan umudunu kesmiş insanlardır. Bu dünya bir sınamadır. Bu dünyada acı çekilir; öteki dünya da ise –sevabın çoksa- cennette sonsuz bir mutluluk olacaktır.

Öteki dünyada kim yemek yapacak, kim tarlayı sürecek, kim ekmek yapacaktır? Cennette yiyeceklerden, içeceklerden söz ediyorlar. Peki, bu yemekler/içecekler nereden girip nereden çıkacaktır. Tuvaletleri kim temizleyecek, kanalizasyonlar nereye akacak?

Öteki dünya öylesine matrak olaylara sahne olacak ki; birbirini öldüren Müslümanlar karşılıklı şehit olarak cennette buluşacaklar. İkisi de Allah için savaşmış ve bu uğurda şehit olmuştur. Orada: “iyi ki birbirimizi öldürdük de şehit olup cennete düştük” mü diyecekler.

Öteki dünya tasarımı tam bir komedidir ki; nice oyunlara konu edilmiştir. Uyumak ve uyuşmak isteyenlerin çocukça düşleri çok ciddiyetli bir biçimde tüm yeryuvarlağını bugün sarmış ise, insanlık bu uğurda daha çok şey yapacağa benziyor…

Öteki dünya düşü kuranlar bu dünyada çıkarları için yaşayanlardır. Düşünceyi, bilgiyi, bilimi kendine klavuz edinmiş birinin, kuşkusuz böyle çocukça düşlerin batağında çırpınması olanaksızdır. Düşleri, iyi irdelediğimizde göreceğiz ki; düşler, kuranların amaçlarını yansıtmaktadır.

Laik birey bu çocukluğu çoktan aşmış bir bireydir. Bu birey öteki dünya masallarıyla değil, bu dünyada yaşanan olumsuzluğun kaynaklarını yok etmek için çabalayandır. Bu çabayı ortaya çıkaran güç bilinçtir. Bilinç ile birey, dünyayı gerçekler çerçevesinde algılar.

Laik olmayan bireyciler: yok pozitivist, yok materyalist diyerek kendilerince bir doğa dışı, doğa üstü fikri ortaya atmaya çalışıyorlar. Doğa var; görünüyor, koklanıyor, işitiliyor. Peki doğa üstü/dışı ne demek oluyor? Biz buna ancak uydurmalar diyebiliriz. Olmayan şeyleri varmış gibi gösterenler gerici, yobaz, insanlık katili ve laik olmayan kişilerdir…

LAİKLİĞİ SİLAHLI GÜÇLE KORUMAK

Bir ülkede laikliği silahlı bir güç korumaya ve yaşatılmaya çalışıyorsa, o ülkede kuşkusuz laiklikten söz edilemez. Çünkü laiklik, bireylerin eylemlerinde, düşüncelerinde, duruşlarında yaşar. Ülkenin laik olması bireylerin de laik olması anlamına gelmez. Bireyler laik olursa ancak devlet/ülke laik olabilir.

Devlet/ülke bireylerden oluşur. Devlet, bireylerin düşünceleriyle, eylemleriyle, duruşlarıyla yaşar. Bireylerin laik olmadığı bir devlet, eğer laik bir devlet olarak tanımlanıyorsa, kuşkusuz burada ne bireylerin devleti oluşturduğundan ne de orada bir demokrasinin var olduğundan söz edebiliriz. Bu nedenle bireylerin, devleti oluşturmadığı ve demokrasinin olmadığı bir ülkede ancak demokrasi/cumhuriyet adı altında padişahlık/krallık yaşatılmış olacaktır.

Devlet, bireylerin veya bireycilerin yaşama bakışı ile biçimlenir. Eğer bireyler bir toplum oluşturuyorsa, orada devletten söz edebiliriz. Ancak bireycilerin oluşturduğu bir toplulukta, ne devletten, ne de demokrasiden söz edebiliriz. Böyle bir toplulukta devletten çok; karmaşadan, açlıktan, eşitsizlikten söz edebiliriz. Bireylerin olmadığı bir toplulukta seçim ile başa gelenler krallaşırlar. Bireyciler her süre kendilerini bir kralın/padişahın yönetmesini isterler. Bilinçsizliğin ürünü olan bu durum hangi yönetim biçimi olursa olsun değişmeyecektir.

Laiklik; eşitliği, ortalaşa paylaşımı savunanların düşüncelerinde yeşeren bir olgudur. Tepeden inme bir laiklik ile devlet yürütülemez. Yürütülmesi için bir silahlı güce gereksinim vardır. Silahlı güç, laik devleti koruyacağım diye eşitsizlikleri görmezden gelebilir. Eşitsizliğin olduğu bir ortamda laikliğin silah ile yaşatılması hiçbir anlam taşımaz.

Bir devlete, laik bir devlet deniyorsa ve bu laik devlette bireyler laik değilse, o devleti her türlü karanlık odaklar beklemektedir. Devlet kendi yapısında laik bireyi taşımıyorsa, her süre laik olmayan bireylerin saldırısına uğrayacaktır. Çünkü laik olmayan bireyciler ancak kendi çıkarını düşler. Kendi çıkarını düşleyenler devletin her kademsinde hırsızlık, sömürü, dolandırıcılık yapar. Daha da ileri giderek devletin kurmalarını ele geçirmeye çalışır. Devletin varlığını, kendi veya başkalarının cebine aktarır. Kuşkusuz böyle bir devlete, devlet denemez. Yaşamaz da böyle bir devlet. Böyle bir devlette laikliği korumaya çalışan silahlı güç, bu ortamın içinde erir gider. Erimemesi laik bireylerin laik olmayan bireylere karşı göstereceği dirence bağlıdır.

Ne yapılması gerekiyor?

Bireylerin laik olmadığı bir ortamda devlet içerisinde her türlü kargaşa, karmaşa gerçekleşir. Böyle bir devlet yapısı içerisinde laiklik yaşatılamaz. Eğer silahlı güç laikliği silah ile yaşatmak istiyorsa, o ülkede yalnızca laikliği değil, birlikteliğinde eşitliği de, üretimi de, paylaşımı da silah ile korumaya ve yaşatmaya çalışmalıdır. Laik olmayan bireylerin amacı her süre laik devleti yıkmak olduğundan ve devlet yönetiminde bulunanların da bu doğrultuda güç tüketerek devleti ele geçirmeye çalıştıklarından, laik bireylerin direncine bağlı olarak devlet ele geçirilebilir. Silahlı güç ise böyle bir ortamda laik devlet yapısının temelini korumak istiyorsa eşitliği de, paylaşımı da, üretimi de koruması gerekir.
Laik olmayan bireyler, silahlı güç ile korunan laik devleti yavaş yavaş satarak güçsüzleştirmeye çalışır

DEVLETİ NASIL SATACAKLAR

Kendisine laik denen bir devlet, laik bireyleri bünyesinde barındırmıyorsa, o ülke her süre satılmaya tutsaktır. Tutsaklığın nedeni, kişilerin bireyci çıkarlarının devletin çıkarlarından üstün gelmesindendir. Kendi bireyci çıkarları için yaşayanlar her süre satılmaya mahkûm olduğu gibi, ülkesini de elden çıkarmaya hazırdır. Ülke, laik olmayan bireyci için, bir çıkar pazarıdır. Böyle bir ülkede, bireyci çıkarlar karşılanamayınca silahlar çekilir ve –laikliği korumaya çalışan silahlı güce– saldırılar başlar. Bu duruma gelmiş bir ülkenin sonu karanlıktır, açlıktır, bölünmedir.

Laik olmayan bireyciler, din adı altında bireyci isteklerine konmak için her türlü oyunu sergilerken çok acımasız ve sert davranacaklardır. Onun içindir ki, silahlı bir güç, laik devleti korumak için hazır beklemektedir. Ancak, laik bireylerin direnci kırıldığı an, silahlı bir gücün de etkisi kalmayacaktır.

Laik olmayan bireyci çıkarcılar için devlet, hiçbir anlam taşımamaktadır. Devlet onların çıkarlarının önünde bir engeldir. O yüzden devlet satılmalıdır. Devleti nasıl satacaklar: kurumlarını yok ederek, peşkeş çekerek, tasfiye ederek…

Devlet yok edilmelidir! Devleti satanların amacı bir krallık, bir padişahlık kurmaktır. Amaç, halkın aç ve sefil olduğu; krala, hükümdara, zengine, patrona, ağaya muhtaç olduğu bir terör ortamını yaratmaktır. Böyle bir ortamın oluşması için din gereklidir. Çünkü böyle bir ortamı kutsallaştıran bir tanrı vardır. Tanrıyı kimse karşısına alamayacağı ve bireyci çıkarlar da bunu gerektireceği için din kullanılmalıdır ve yığınlar sindirilmelidir.

Devletin olduğu yerde millet vardır; milletin egemenliği söz konusudur. Oysa laik olmayan bireylerin amacı, yığınları sindirecek bir tanrı egemenliği kurmaktır. Tanrı egemenliği kurmak için bireycilerin kişisel çıkarlarını doruğuna ulaştırmak ve umutları, düşleri yaşatmak gerekir. Böyle bir çoğunluk demokrasi adı altında seçim ile başa geçerek ülkeyi yönlendirebilmektedir.

LAİKLİĞİN AMACI

Laiklik; toplum yaratır; terörü, anarşiyi, eşitsizliği, yoksulluğu önler. Laiklik, bütün bunların güvencesidir. Peki, neden toplumu yaratan bu öğelere karşı çıkarlar?

İlk önce şunu söylememiz gerekir: Laik olmayan bireyciler topluma, eşitliğe düşmandır. Çünkü eşit bir toplumda bireyciler sınırsız isteklerine konamaz, halkı sömüremez, düşledikleri mülklere kavuşamazlar. Laik olmayan bireyler bu dünyada olabildiğince başkalarını acıya boğarak ve bundan haz alarak yaşamaya çalışır ve asıl sonsuz isteklerini öteki yaşamda karşılanacağına inanırlar.

Laik olmayan bireycilerin düşünde bu dünyada kişileri acıya boğmak ve öteki yaşamda mutluluğa konmak vardır. Aslında bu dünyada sonsuz yaşayacağını bilseler, öteki yaşam diye bir düşe kapılmayacak; din, Allah, peygamber gibi kavramların da arkasında koşmayacaklardır. Bu dünyada çıkar için nasıl ağaya, patrona, şıha, dedeye yaranmak için her türlü soytarılığa girişiyorlarsa, öteki yaşam için de; dine, peygambere, Allaha yaranmak için her türlü oyunu sergilemektedirler.

İşte; bir ülkenin/devletin olduğu bir ortamda buna karşı bir güç gerekli kılınmıştır. Bunun adı da laikliktir. Peki, laikliğin amacı nedir?

Laiklik us’a uygunluk demektir. Us nedir? Arapçada “akıl” olarak geçen us, bilincimizin gelişim göstergesidir. Us, kişiyi, yaşamda yönlendiren ve doğruya yönlendiren bir olgudur. Us, bilince ulaştığında birey oluşur. Birey toplumun bir parçasıdır ve her yapıp etmesi toplumun adınadır. Birey toplum için vardır. Toplumun çıkarı ne ise bireyin de çıkarı odur.

Laik birey, usunu bilince ulaştırmış kişi demektir. Bu birey yaşamını bilimsel verilere, gözlemlere ve deneylere göre biçimlendirir ve us dışı olguların arkasından da koşmaz. Çünkü us dışı olgular deneye/gözleme tutulamazlar.

Laik birey böyle bir bilincin ürünüdür. Bu birey toplumun eşitliğinden yanadır. Ne demektir toplumun eşitliği?

Eşit bir toplumda kişilere ayrıcalık tanınamaz. Tek uygunluk vardır; o da topluma uygun olandır. Topluma uygun alan her şey bireye de uygun olmak zorundadır. Laik bir toplumda kişilerin zengin olma, bireyci düşler kurma, acıdan zevk alam gibi bireyci istekleri olamaz. Çünkü bu istekler toplumu böler, parçalar, yoksullaştırır, teröre sürükler. Ki, laik bireyin amacı da bu değildir. Laik bireyin amacı doğa ve toplum ile iç içe mutlu bir biçimde yaşamaktır.