14 Nisan 2008 Pazartesi

DEMOKRASİ VE BİLİNÇ

Sözlükte; "aralarında hiçbir ayrılık gözetmeksizin bütün vatandaşların katılacağı hükümet, yönetim biçimi veya azınlığın çoğunluğun kararlarına uyduğu yönetim biçimi" olarak ifade edilen demokrasi, gerçekten ne olmalıdır ki, “topluluksal yaşam”dan çok “toplumsal yaşam”ı yaşatabilsin.

Yunanca demokratia yani demos, halk zümresi, ahali, yani kratia iktidar sözcüğünden türemiştir. Demos halk demektir. Halk ne demektir; toplum. Toplum ne demektir: bireyler.
Birey ne demektir; Bilinçli insan. Bilinç ne demektir: us. Sonuç olarak Demokrasinin kaynağı us’tur. Us ise her süre ortak bir doğruda buluşur. Nedir bu ortak doğru?

Bugün görülüyor ki demokrasiyi –topluluksal– yaşamda (bireyci çıkarcılardan yana olanların oluşturduğu kümelerde) yaşatmak olanaklı değildir. Bunun birçok nedeninin yanında buna, demokrasi kavramının tanımlanmasından doğan sorunları da eklememiz gerekir. Ne yapmalıyız da demokrasiyi uygun bir kavram içerisinde değerlendirmeliyiz? Yani su yüzüne çıkarmamız gereken demokrasiyi ellerimizle kavrayabilir duruma nasıl getirmemiz gerekecek?

En başta şu sıralamayı iyi kavramamız gerekiyor: Bilinç (us), düşünce, birey, toplum. Bu dört öğe demokrasinin aşamalarıdır ve bu aşamalar bizi demokrasiye götürecektir.

Demos haktır demiştik. Peki, “halk” olmanın nitelikleri yok mudur? Neye göre halk? Örneğin bundan yüz bin yıl önce demokrasiden veya halktan söz etmemiz olanaklı mıdır? Peki bugün? Pek yarın? Karşımıza bir de süreç kavramı çıkıyor! Halk ve süreç! Biz bu kavramları biraz daha bilimselleştirirsek şöyle diyebiliriz: Halk, toplum demektir; süreç ise evrim.

Şimdi irdeleyelim bu iki kavramı. Toplum nedir? Evrim nedir?

Toplumun oluşması için o tolumun –özellikle yaşadığımız çağda– belirli toprak/ülke sınırları içerisinde olması gerekir. Toprak/ülke sınırları, emperyalist ülkelerin sömürüsünden korunmak için ilk koşuldur. Koşulları çoğaltabiliriz…

Emperyalist topluluklara karşı direnen bir ülkede, eşit/paylaşımcı bir toplum var ise, orada demokrasi yaşatılabilir. Peki, nasıl eşit/paylaşımcı bir toplum oluşturulur.

Dört öğeden söz etmiştik: Bilinç, düşünce, birey, toplum.

İnsanoğlu doğar doğmaz genlerin tutsağıdır. İnsanoğlunun bilinçli veya bilinçsiz oluşunu genler belirler. Genler evrimsel sürece bağlıdır ve bu süreç yaşamın kendisidir. Bilinç veya bilinçsizlik kişinin kendi isteği değildir. Kişi eğitim alabilir ancak bilinç eğitim ile oluşmaz. Çünkü bilinç kişide ya vardır, ya da yoktur. Eğitim yalnızca var olan bilinci su yüzüne çıkarabilir. Bilinçsizlerin eğitilmesi gereksiz olduğu gibi, bilinçsizin eğitim ile bilinçlenmesi de olanaksızdır. Bilinç bedenin bütünüdür; eller, gözler, kulaklar; her şeydir bilinç; bilinçsizlik de öyle… İkisini de belirleyen genlerdir.

Demokrasilerde bilinçli insan öğesi vardır. Bilinçli insan düşünen insandır. Çünkü düşünmenin tek aracı bilinçtir. Bilinçsizler düşünemezler; ancak düş kurabilirler. Düşünmek ve düş aşamalı iki kavramdır. Bilinç yetisi gelişmemiş olanlar düş kurarlar ancak düşünmek eyleminde bulunamazlar. Bilinçli insan ancak düşünme yetisi ile düşünce yaratabilir. Bilinçsizler ise düşler kurarak düşüncesizliği yaratırlar. Düşüncesizliğin öteki adı da yalandır. Bilinçsizler düş kurarak kendilerini kandırırılar. Yalan veya düş ile yaşamak bilinçsizlerin ana özelliğidir. Düş, bireyci çıkar ve yarar peşinde koşanların; düşünce ise toplumsal yarar ve çıkar peşinde koşanların ürünüdür. Bilinçsizlik düşü yaratır, ancak düşünceyi yaratamaz.

Bilinçli insan düşünme eyleminde bulunur ve düşünce üretir. Düşünce üreten kişi bireydir. Düşünce üretemeyen bilinçsizler, düş ve yalan üreterek bireyciliği seçerler. Bireycilerin tek amacı vardır, o da kendi bireyci çıkarlarıdır. Bireyci çıkarlar peşinde koşanlar,
hiçbir süre toplumu oluşturamazlar. Çünkü düşünemeyenler veya öteki adıyla bireyci çıkar peşinde koşanların kafalarında toplum diye olgu yoktur. Çünkü düşünmeyenlerde bilinç oluşmadığı için ne düşünce üretebilir, ne toplum olgusunu algılayabilir, ne de kendilerini görebilirler. Bu yüzden algıladıkları yalnızca bedensel isteklerdir, yani hazlardır. Bireyci hazları yaşatarak kendilerini de yaşamış sayarlar. Oysa bireyci hazlar mutluluk getirmez; bunun için, bilinç yetisine iye olmayanlar, sürekli eğlence isteklerini dışa vururlar. Eğlence ile mutsuzluklarını örteceklerini sanırlar; oysa bilmedikleri şey, mutluluğun yalnızca topluma özgü bir olgu olduğudur.

Ancak bireyler toplumu oluşturabilir! Bilinç düşünceyi, düşünce bireyi, birey de toplumu yarattığı an demokrasi de yaratılabilir. Bu demokrasinin temelini de bilim oluşturur. Çünkü bilimi ortak us yaratır.

Demokraside çoğunluk veya azınlık olmaz. Demokrasi, -düşüncenin (ortak usun) yarattığı- bilim ile var olan bir olgudur. Demokrasi bir bütündür. Bilim, us ve düşünce dışı olan her olgu aynı sürede demokrasi dışıdır da. Azınlığın veya çoğunluğun olması demokrasiyi yok eder. Çünkü böyle bir durumda ortak us ortadan kalkar. Bu; deneyin, gözlemin yani bilimin ortadan kalkması ve bunun yerine bireyci yarar ve çıkar peşinde koşanların düşlerinin yer alması demektir. Ki, bu da toplumun yok olması; anarşinin, kargaşanın başlaması demektir. Bilimin yani ortak usun yani düşüncenin olmadığı bir yerde demokrasi de olmaz.

Aynı sürede bilinçsizlerin, bireyci yarar ve çıkar peşinde koşanların, düş kuranların ortak
görüşte
buluşmaları demokraside buluşmaları demek değildir. Burada ana ölçüt süredir. Yani çıkarcıların ortak görüş altında buluşmaları belirli süreler içerisinde gerçekleşir. Çıkarcıların uzun süre ortak us’ta veya görüşte buluşmaları olanaksızdır. Bilinçli insanlar sonsuza dek ortak us’ta birleşirler.

Toplum her süre demokratiktir. Topluluklar ise demokratik bir toplumdan uzak yaşarlar. Bunun öteki adı da teokrasidir. Demokrasi –değişen– doğrunun tekliğine inanmaktır.

Çoğunluk ve demokrasi arasında hiçbir ilişki yoktur. Emre Kongar “Demokrasi ve Kültür” adlı yapıtında şöyle der:

“Demokrasi, genellikle eksik ve eksik olduğu için de yanlış “çoğunluk yönetimi” olarak tanımlanır. Çoğunluk yönetiminin anlayışının demokrasi ile uzak yakın bir ilgisi yoktur. Demokrasi, mevcut yönetimle, ilke çözümleri hakkında aynı düşüncede olmayanların bu düşüncelerini açıklama ve yayma haklarının bulunduğu bir çoğunluk yönetimidir. Demokrasi
her şeyden önce, çoğunluğun baskısı değildir.”

Demokrasi deyince –şuan için– iki kavram karşımıza çıkıyor: Çoğunluk ve görüş özgürlüğü. Demokrasinin dili olsa şöyle derdi: “Şimdilik bunlarla idare edin”. Evet, demokrasiyi, yani toplumu oluşturuncaya dek bunlarla idare etmek zorundayız. Çünkü evrim/doğa henüz toplumu oluşturacak bireyleri, yani bilinci yaratmamıştır. O yüzden, biz de demokrasiyi kendi topluluğumuza uygun kılıflara sokmak zorundayız. Emperyalistlere göre: “Biraz orasından kesip biraz burasından kesip demokrasiyi zenginlerin yaşam alanı olarak sunup, oksullaşmayla idare etmek ve emperyalizme kucak açmalıyız.” Bilinçsizliğin ürünüdür kuşkusuz bu görüş ve düşünce değil, düşüncesizliktir!

Demokrasilerde tek doğru üzerinde uzlaşılır. Toplum için ne uygunsa doğru da odur. Toplulukların doğruları yoktur; ancak toplumun doğruları olabilir. Topluluklar bireycilerden oluştuğu ve bireycilerin de doğrusu kendi çıkarları olduğu için tek doğruda değil bireycilerin kendi doğrularından (toplum için yanlışlarından) söz etmemiz gerekir.

Tek doğru süreye bağlı olarak değişse de, önemli olan bu değişen doğruda buluşmaktır. Ana ölçüt toplumun yarar ve çıkarıdır. Örneğin yüz kişi bir odanın sıcaklığını bir termometre ile ölçmeye çalışıyorsa ve herkes aynı anda var olan sıcaklık derecesini doğru söylüyorsa orada değişen doğru bulunmuş demektir. Termometre sıcaklığa ve süreye bağlı olarak değişebilir; ancak önemli olan herkesin bu değişen doğru üzerinde uzlaşmasıdır.

Değişen doğruları bulmak bilinç gerektirir. Nasıl düşünce üretmenin aracı bilinç yani us ise değişen doğrularda buluşmanın da aracı bilinçtir. Bilinçsizlerin bireyci çıkarları ortak olabilir ancak bu ortak us demek değildir; buna çıkarcıların ortak görüşü diyebiliriz ancak. Ortak us, bilinçli insanın üzerinde karara vardığı doğrudur. Demokrasi bir anlamda bilinçli bireylerin ortak us ile değişen doğrularda uzlaşmasıdır.

Uzlaşma her süre tam olarak saptanamayabilir. Ancak tolerans payı olan bir uzlaşma da toplumsal sorunları her süre çözecektir. Burada önemli olan doğru olmak, dürüst olmak, bilimsel olmak ve toplumsal düşünmektir ki, bunlar da bilinçli bireylerin özelliklerindendir.

Demokrasi ve Toplum

Demokrasiyi anlamak ve anlatmak açısından toplu taşım araçları üzerinde durmak gerekir. oplu taşım araçları bilindiği gibi tüketim ve kirlenme açısından büyük kayıp ve aksaklıklar yaratmaktadır. K. Mert ÇUBUKÇU toplu taşım araçları ile ilgili şöyle diyor:



“Toplu taşım araçları ile yapılan yolculuk sayısı kent içi yapılan toplam yolculuk sayısında önemli bir yet tutar. Bu oran ülkeden ülkeye toplu tasıma politikalarına göre farklılaşmaktadır. Toplu taşımacılık, ulaşım literatürünün belki de en çok araştırılan ve tartışılan konularından biri olmuştur. Araba ile bireysel yolculuk yöntemine karşı savunulan toplu taşım, hava kirliliği, düşük yoğunluklu kentsel büyüme, trafik sıkışıklığı, gençlerin ve yaslıların hareketliliğindeki sorunlar gibi bilinen kentsel problemlere çözüm olarak görülmüştür.” [1]

Bir kentin ulaşımında toplu taşım araçları ne denli ileri ise insanların bilinç düzeyi de o denli ileridir. Bilinç ancak böyle bir düşünceyi taşıyabilir. Düş kuran bireycilerin oluşturduğu bir kentte toplu taşım araçları bir işkenceye döner. Çünkü o denli bireysel araç kullanılmaktadır ki, toplu taşım araçlarına yer kalmamaktadır.

Toplu taşım araçları denilince en başta raylı sistemler usumuza gelir. Yrd. Doç. Dr. Mahir Gökdağ demir yolları ile ilgili bize şu bilgileri aktarmaktadır:

“Demiryolları gerek yük ve gerekse yolcu taşımacılığında diğer sistemlere kıyasla daha az enerji tüketmektedir. Bu manada Almanya'da yapılan bir çalışma da yolcu taşımacılığında demiryolunda tüketilen eneri 1 kabul edilirse, otoyolda tüketilen enerji 3 olmaktadır. Buna eşdeğer taşıma yapan hava yolunda 5.2 olmaktadır. Japonya'da yapılan bir çalışmaya göre de yolcu trafiği için yüksek etkinliği olan ulaşım biçimleri; demiryolları ve otobüsler; yük
taşımacılığı
içinse demiryolları ile denizyolu olmaktadır. Yolcu taşımacılığında demiryollarına göre otobüsler 1.4 kat, otomobiller 6.8 kat ve uçaklar 5.4 kat daha fazla enerji tüketmektedirler. Yük taşımacılığında ise demiryolları ve gemiler yaklaşık aynı miktarda enerji tüketirken, kamyonlar 7.5 kat daha fazla enerji tüketmektedir.”


Mahir Gökdağ raylı sistemlerin yararlarını sırasıyla bize aktarır:

Raylı sistemler, yukarıdaki durumlara göre tıkanıklığı önlemede önemli bir yoldur. Birçok büyük şehirlerdeki uygulamalar, demiryolu bazlı toplu taşıma sistemlerinin yüksek trafik hacimleri ile baş edebilmenin tek yolu olduğunu ortaya koymuştur. Raylı taşıma sistemi şehir içi ve şehirlerarası hızlı kitle taşıma sistemlerinin en ekonomik şeklidir. Hafif raylı sistem araçları ile taşınan yolcu sayısı fazla olduğu için şehir içinde lastik tekerlekli araçlara olan talebin düşmesine sebebiyet vererek trafik sıkışıklığını da önemli ölçüde azaltacaktır. Yine modern, hızlı, konforlu ve güvenli olmasından dolayı tercih edilerek şehir içi trafik probleminin çözümü yönünde olumlu katkıda bulunacaktır.

Trafiğin artması yollarımızı sürekli çoğalan bir gürültü kaynağı haline getirmektedir.
Gürültü insan sağlığı ile doğrudan ilgili olup, insanlar üzerinde olumsuz etkileri oldukça fazladır. İnsanların sağlıkları üzerinde büyük bozukluklara yol açmaktadır. Gürültünün sürekli, yüksek seviyede olması ve uzun süre maruz kalınması halinde sağırlık, dinleme ve anlama zorluğu, dikkatin dağılması, sinirlilik, baş dönmesi gibi etkileri doğurmaktadır. Trafik karayolunda gün boyu devam eder, demiryollarında ise tren seyirleri arasında daha uzun bir
aralık ve sessizlik vardır. Demiryollarında sakinlik süreleri daha fazladır.


Hava kirliliği, havadaki yabancı maddelerin insan sağlığına, canlı hayatına ve ekolojik dengeye zararlı olabilecek hale gelmesidir. Hava kirliğinin nedenleri ve boyutları incelendiğinde ulaştırmanın en önemli kaynaklar arasında olduğu görülmektedir. Araçların hareketlerini sağlamak için kullandıkları yakıtlardan çıkan gazlar havayı kirletmektedirler. Bu kirliliği egzoz gazı oluşturmaktadır. Motorlu taşıtların çıkardığı egzoz gazı ortama kurşun ve diğer zehirli maddeler bırakır. Kurşun ise insan sağlığı üzerinde zararlı etkilere yol açmakta ve akciğer kanser riskini hızlandırmaktadır.

Demiryolu ulaşımının raya bağlı olması ve genellikle iklim şartlarından karayoluna göre daha az etkilenmesi güvenliğini, konforunu ve rahatlığını artırmaktadır. Ulaştırmanın güvenli olması onun tehlikesiz ve risksiz olması demektir. Uluslar arası Demiryolları birliği istatistiklerine göre 1 milyar yolcu-km. başına kazalarda ölen yolcu sayısı demiryolları ve hava yollarında 1 kişi, karayollarında ise 30 kişidir. Ulaştırma sistemlerinde ölüm riski 1 milyar yolcu-km. başına demiryollarında 17 iken karayollarında 140, yaralanma riski demiryollarında 41 iken karayollarında 8 500 -10 OOO'dir.

Ülkemizde toplam kaza sayısı 1996 yılı itibariyle karayollarında 346 228, demiryollarında 1 335, kazalarda ölüm sayısı karayollarında 5 347 iken demiryollarında 198'dir. Yine karayollarında 62 000'e yakın yaralanma olayına karşı demiryollarında bu oran 537 dir. Emniyet genel müdürlüğünce yapılan istatistik bilgilere göre toplam kazaların % 67.2'si cadde, sokak ve kavşaklarda % 15 ise Devlet ve il yollarında meydana gelmektedir. Trafik kazası sonucu ölenlerin %25 şehir içi yollarda, %59'u ise Devlet yollarında olmaktadır. Yine 1996 yılında meydana gelen trafik kazalarının %82.7'sinin şehir içi yollarda, %17.3'nün ise şehir dışı yollarda meydana geldiği belirtilmektedir. Maddi hasarlı kazalarında %87.3'ü şehir içi yollarda %12.7'si şehir dışı yollarda meydana gelmektedir. Ulaştırma sistemleri içinde en fazla kaza oranı karayoluna düşmekte, en az kazadan en çoğa doğru sıralama yapıldığında; Tren, Metro, Otobüs, Otomobil şeklinde bir sıralama ortaya çıkmaktadır. Taşınan yıllık yolcu miktarı ile kazalarda meydana gelen ölüm olayları yönünden bir karşılaştırma yapıldığında genel rakamlar açısından demiryolları, karayollarına göre havayolları ise en güvenli taşıma sektörü olarak görülmektedir. Karşılaştırma sonuçlarına göre demiryolu yolcu taşıma yönünden karayoluna göre 2.26 kat daha güvenlidir. Demiryollarında karayollarından yaklaşık 16 kez daha güvenli yolcu taşınabilir.

Ülkelerde ulaşıma, yerleşim bölgeleri, endüstri alanları, doğal alanlar ve ormanların yanında oldukça düşük oranda alan ayrılmaktadır. Alan kullanımından doğan çevre maliyetinin belirlenmesinde sistemlerin gerektirdiği alan, bu alanların değeri ve başka amaçlarla örneğin tarım alanı olarak kullanılması durumunda sağlayacağı yarar dikkate alınmalıdır. Aynı kapasitede taşımacılık için demiryolları, karayoluna göre daha az arazi gerektirmektedir. Platform genişliği 13.7 m. olan çift hatlı, elektrikli bir demiryolu hattı kapasite açısından 37.5 m. genişliğinde 6 şeritli bir otoyola eşdeğer durumdadır. Bu duruma göre karayolları, demiryollarına göre 2.7 kat daha fazla arazi kullanımı gerektirmektedir. Maliyet açısından platform genişliği 13.7 m. olan çift hatlı ve sinyalizasyonlu bir demiryolunun ortalama maliyeti 2 milyon 850 bin dolar/km, iken kapasite ve standartları açısından aynı baza getirilen 6 şeritli otoyolun maliyet ortalaması 8 milyon dolar/km, olmaktadır. TCK'dan alınan bilgiler göre 1 km. otoyol maliyeti düz arazide 6 milyon dolar, engebeli arazide 12 milyon dolar, ortalama olarak 8 milyon dolardır. Yapım maliyeti açısından da demiryolunun daha avantajlı olduğu görülmektedir. [2]

Görüldüğü gibi toplu taşım araçları, özellikle de raylı sistemler hem toplumsal yaşamın sağlıklı sürmesi hem de doğanın doğal sürecini olumlu yönlerde etkilemektedir. Sorunu, kurgusal anlamda çözmek kolaydır. Ancak uygulama karşımıza bir duvar çıkmaktadır. Bu duvar bireycilerin düşleridir. Bireyci düşler toplumun oluşmasındaki en büyük engeldir.

Toplu taşım araçlarını sağlıklı kullanmak için en başta herkesin ortak bir görüş üzerinde buluşması gerekir. Bu görüş; “toplumu en sağlıklı biçimde nasıl yolculuk yapmasını sağlarız” görüşüdür. En başta bireyci düşler ortadan kalkmalıdır; yani herkes, yalnızca toplu taşım araçlarıyla yolculuk edilmesini onaylamalıdır. Çünkü toplum ve doğa için en uygun görüş bu görüştür. Herkes sağlıklı bir biçimde toplu taşım araçlarını kullanmalıdır. Böylelikle ne doğanın, ne kentlerin kirlenmesi, ne ölçüsüz tüketim, ne de var olan emek boşa gidecektir. Bütün bunların tasarımını gerçekleştirecek güç bilinçtir. İşte demokrasinin anlamı burada yatmaktadır: Doğruda buluşmak! Doğruda buluşmayanlar terörde, kargaşada, şiddette buluşurlar.

Başka bir alanda örnek vermek gerekirse bu alan sağlık alanıdır. İnsanların sağlıklı gelişimi toplumsal yaşamın mutluluğu açısından önemlidir. Ancak yine bireyci düşler, kişilerin, kendi sağlıklarını dolaylı olsa da bozmakta ve toplumsal bir yara açmaktadır. Nasıl mı?

Sağlık, insan yaşamında en önemli olgudur. Sağlıklı insanlar ancak düşünebilir, üretebilir ve toplumsal yaşamın gerçekleşmesine katkıda bulunabilir. Sakat ve sağlıksız bireylerin toplumsal yaşama katacak pek de bir şeyi yoktur. Oysa en başından işi çözmek kolaydır. Kolaylık yine kurguda kalmaktadır; çünkü bireyci düşler buna engel olmaktadır. Kişiler bireyci düşleri doğrultusunda nesnelere konmak için her türlü olumsuzluklara katlanarak yaşarken, toplumsal yaşamı olumsuzluklara sürüklemektedir. Örneğin “varsıl olma düşü” kuran birinin usunda evler, arabalar, kadınlar/erkekler, yazlıklar, yiyecekler-içecekler, vb. geçmektedir. Bunlara konmak için her türlü olumsuzluğa boyun eğmekte ve kendi düşleri için başkalarına köle olmaktadırlar. Bir fabrika işçisini düşünürsek; yıllarca zor koşullar altında çalışması gerekecek; yetmeyecek ağır mesai altında gecelere dek çalışmak zorunda kalacak; yetmeyecek fabrikanın bozuk yemeklerinden yıllarca yemek zorunda kalacak; yetmeyecek havasız ve pis ortamı solumak zorunda kalacak; yetmeyecek yazın sıcaktan, kışın soğuktan dönecek; yetmeyecek yeri geldiğinde maaşını alamayacak, sigortasız çalışacak. Bu zor koşullar altında çalışması kişinin sağlığını kısa sürede bozacak ve emekli olmadan dahi ölümün eşiğine gelecek. Oysa sonunda ne varsıl olmuş, ne de düşlerine kavuşmuştur kişi. Hem sağlık bozulmuş, hem yaşamını karanlıklar içerisinde geçirmiş, hem de başkalarını, sömürülmek koşuluyla varsıl yapmıştır. Oysa toplumsal çıkarların peşinde koşan kümler ne sağlıklarını yitirecekler, ne ağır şartlarda çalışmak, ne sömürülmek zorunda kalacak ne de yaşamlarını karanlıklar içerisinde geçireceklerdir.

Şimdi denilecektir ki, kapitalist bir sistemde bunlar doğal şeyler. Evet, doğal şeyler; ancak kapitalist sitemi yaşatan bizzat bu düşleri kuran ve aynı sürede sömürülen bu yığınlardır. Bireyci düş kurmayanların; düşünceden, bireyden, toplumdan yana duranları kimse sömüremez ki; gerek de yoktur. Birey; nesnel gereksinimi en az indirmiş, düşünsel isteğini doruğa çıkarmış kişidir. Düşler kurup da bu düşler uğruna sömürülmeyi göze alamaz düşünebilen birey. Gerekirse evlenmez, arkadaş/dost edinmez, yalnız kalır ama yine de sömüremez onu kimse… Herkes “toplumsal yaşam” özlemi çekebilse sorun çözülecektir. Toplumsal doğruda buluşmak toplumu ve bireyleri mutluluğa götürecektir. Bu ise evrimsel sürece bağlı bir olaydır.

Toplumsal yaşamı yaşatan başka bir öğe ise tarım sektörüdür. Tarım sektörü toplumun temel taşlarını oluşturur. Ancak bireyci düşler yine karşımıza bir duvar gibi çıkmakta ve tarımda gerçekleşen üretimi olumsuzluklara sürüklemektedir.

2. Tarım Şurası’nda şöyle denilmektedir:

“Türkiye’nin bir arazi kullanım planlaması çerçevesinde sektörel önceliklerini belirlemesi ve bu
kapsam içerisinde tarımsal arazilerin kullanımının planlanması, toprak ve su kaynaklarının korunarak geliştirilmesi, üretim planlaması yapılması, etkin bir üretici örgütü yapısının kurulması, sağlıklı pazarlama kanallarının oluşturulması, tarım sanayi bütünleşmesinin sağlanması, çiftçi ve teknik elaman eğitimi, sağlıklı tarımsal veri tabanının oluşturulması; sektörün önündeki öncelikli çalışma alanlarıdır.”

Türkiye’nin sosyo-ekonomik özellikleri açısından son derecede önemli bir sektör olan tarım sektörünün, planlı bir kalkınma ilkesi doğrultusunda geliştirilmesi gerekmektedir. Bu, aynı zamanda, “eşanlı gelişme” ilkesi doğrultusunda, ülkenin bütüncül kalkınması açısından da bir zorunluluk taşımaktadır.” [3]

Bir ülkenin bütüncül kalkınmasını kimler ister? Kimler bireyci istek ve düşlerden sıyrılıp bütüncül isteklere geçecektir?

Milyonlarca insan aç ve çıplak yaşamaktadır. Bütün bunların sorumlusu bireyci düş ve isteklerini
sonsuza dek kullanmak isteyen bireycilerdir.

Ülkemiz bir tarım ülkesidir. Ancak plansız ve bireyci üretim ülkemizi bir kargaşaya sürüklemektedir. Bir yıl pahallı olan bir ürün öteki yıl üreticiler tarafından cazip görülmekte ve kar uğruna bilinçsiz ve plansız bir üretime geçilmektedir; bunun sonucu olarak binlerce ton ürün çöpe atılmaktadır. Planlı üretim değil ama planlı bir kıyım yapılmaktadır. Bu kıyımın ana nedeni yine bireyci düş ve isteklerdir. Üreticiye bağlanmış plansız bir üretim/kıyım kar uğruna insanları açlıklara sürükleyebilmektedir.

Üreticiler, mülkiyet iyeleri bağlı bulundukları toprakları devletin denetimi altına vermeli ve üretim devlet eliyle planlı bir biçimde gerçekleştirilmelidir. Böylelikle çöpe giden binlerce ton ürün milyonlarca aç-çıplak insanı karnını doyuracaktır. Oysa bireyci istek ve düşler bu kurgusal düşünceyi gerçekleştirmeyi engellemektedir.

Son olarak başka bir yaraya basmamız gerekecek: Deprem sorunu!

Deprem dediğimizde yalnızca yıkılan evler usumuza gelmemektedir kuşkusuz. Derin toplumsal yaralar açan deprem felaketlerinin ve acılarının ana nedeni bilinçsizliktir. Bireycilerin düşleri yine her şeyde olduğu gibi toplumsal yaşamın önünde en büyük engeldir. Şöyle denir:

“Türkiye’yi özellikle 1950’lerden sonra tutsak alan "sanayide ve kentleşmede plansız yer seçimi süreci ve buna bağlı olarak 1980'lerden sonra doruğa çıkan arsa ve arazi rantına endeksli imar ve yapılaşma kararlan bu büyük can kaybı ve yıkımın temel! nedeni olarak saptanmıştır.”[4]

Bireyci çıkarcıların yaşamları toplumu yok etme üzerine kuruludur. Çıkarlar her süre bireyciyi yaşatmak için vardır. Bireycinin amacı toplumun mutluluğu olmadığı gibi toplumun yok olması pahasına dahi çıkarlarını gözetmektedirler. Bireycilerin kafasında toplum denen olgu yoktur. Kendisinin toplumun bir parçası olduğunun ayrımında olmayan bireyciler, algılayamadıkları topluma da güdüsel olarak düşmandırlar. Düşman oldukları şey herkesin ortak mutluluk içinde yaşamasıdır.

Bir iş yapıldığında bireyciler kendi ceplerini dolduracak olan paraya bakarlar. Bireycilere bırakılan her toplumsal görev her süre olumsuzluklarla sonuçlanacaktır. Tıpkı depremlerde olduğu gibi, tıpkı ulaşımda olduğu gibi, tıpkı tarımda olduğu gibi…

İşte demokrasiyi ellerimizle kavranacak biçime sokmamız için bireycilerin birey, toplulukların toplum beyinlerin ise bilinçli olması gerekmektedir. Bugünkü evrimsel sürece baktığımızda bunun olanaklı olmadığı görülecektir. Ne zaman bireyciler birey olup kafalarında toplum denen olgu oluşursa o süre demokrasi yeşerecek ve topluluksal yaşamdan toplumsal yaşama geçilecektir.

Kaynaklar:

[1] http://kisi.deu.edu.tr/mert.cubukcu/pdf/Cubukcu_2006.pdf

[2] http://arsiv.mmo.org.tr/pdf/11189.pdf (Kentsel Ulaşımda Karayolu Ve Raylı Taşıma Sistemlerinin Bazı Önemli Faktörlere Göre Karşılaştırılması, Yrd.Doç.Dr. Mahir Gökdağ)

[3] http://tarimsurasi.tarim.gov.tr/2.komisyon.pdf (II. Tarım Şurası)


[4]http://www.jmo.org.tr/resimler/ekler/4334c131c781e2a_ek.pdf?dergi=HABER%20B%C3%9CLTEN%C4%B0

Hiç yorum yok: